Gayrimenkul Sektörün 2021’in İlk Çeyreği:


Türkiye’nin Enflasyonla İmtihanı
2021 yılı görünümüne sevimsiz bir tespitimizi hatırlatmakla başlayalım: Türkiye’de net kredi büyümesi ile ekonomik büyüme arasındaki korelasyon 0,75 civarında. Bir başka deyişle, Türkiye’nin büyümesi için bankacılık sektörünün
devamlı kredi yaratması gerekiyor. Bu özellikle 2021 için sevimsiz bir tespit çünkü geçen yılın son çeyreği ile beraber kredi genişlemesine dayalı bir büyümenin sürdürülemez olduğu ortaya çıkmıştı. Bankaları kredi vermeye zorlayan düzenlemeler, gerileyen TCMB rezervleri ve bir türlü kontrol altına alınamayan enflasyon ekonomideki kırılganlıkları arttırınca da para politikasında sert bir manevra kaçınılmaz olmuştu. Dolayısıyla TCMB’nin geçen senenin sonundan itibaren başlattığı sert duruşu yeni bir politika tercihi olarak okumak yerine zorunlu bir faiz artışı olarak yorumlamak daha doğru olacaktır. Zorunlu diyoruz çünkü TCMB’nin enflasyonun kontrolden çıkmasını engellemesi, rezerv biriktirmesi, para politikasının etkinliğini azaltan dolarizasyonu tersine çevirmesi ve en nihayetinde de kredilere bir “çeki düzen” vermesi için tek yol buydu.


TCMB’nin politika değişikliğinin etkisini ilk olarak kur piyasasında, daha sonra da faiz makasının kapanmasında örmemiz normal. Bununla beraber enflasyonda bir düzelme görmemiz için biraz daha fazla beklememiz gerekebilir. Tarımda ve gıda tedarik zincirindeki yapısal sorunların bir türlü giderilememesi enflasyonda hızlı bir düzelme görmememizin en önemli sebeplerinden biri. Bir başka etken faktör de TCMB’nin beklentileri yönetmekte yalnız bırakılması. Son dönemde
enflasyona etki edecek vergi artışları, TCMB’nin şeffaflaşan ve ciddileşen yönetim anlayışına diğer kurumların yeterince eşlik edememesi enflasyondaki beklentilerin bir süre daha yüksek seyredeceğini gösteriyor. Bu da faizlerin bir süre daha bu seviyelerde kalmasına, dolayısıyla da enflasyonun üretim ve istihdam maliyetinin de yüksek olmasına yol açıyor.
Bu açıdan 2021’in ilk çeyreğini Türkiye’nin enflasyonla imtihanı olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır. Tam da bu noktada elimizi güçlendiren ve zayıflatan faktörlerden bahsetmek gerekiyor. Risk olarak göze çarpan ilk unsur tabii ki kamu maliyesi. Salgın döneminde bütçe açıklarının olması kaçınılmaz olmakla beraber mali alanda fazla bir manevra abiliyeti olmaması dikkat çekici. Sosyal güvenlik açıkları, artan kamu istihdamı ve yüksek faiz harcamalarının bozduğu bütçe disiplini salgın sonrasında da bizi zorlayacak konular arasında. Pozitif tarafta ise dış talebin artması ile beraber toparlaması beklenen ihracat, değerlenen TL ile beraber de düşmesi beklenen üretim maliyetleri var. Bütün dünyada salgından çıkma belirtilerinin güçlenmesi, atlatılan ABD seçimleri ve daha az gergin bir dış konjonktür bize bu dönemde
en fazla yardımcı olacak unsurlar. Bununla beraber yukarıda yazdıklarımızı tekrarlamak gerekiyor: Bu olumlu faktörlerden hemen ve daha fazla faydalanmak, aynı zamanda da enflasyonu düşürmenin maliyetini azaltmak için CMB’yi yalnız bırakmamak gerekiyor. Bu yönde gerekli adımların atıldığını söylemek ise şimdilik güç görünüyor.
Prof. Dr. Ümit Özlale
15 Şubat 202